25 Eki 2018

Uzun Zaman Sonra 1 Merhaba...

Son yazımın üstünden dört yaz, üç kış, çok bahar geçmiş...
Ara sıra gelip gitsem de çoğunlukla uzaklardaydım. Bilmem yokluğum fark edildi mi, ama bir gün yeniden bir şeyler karalama ihtimalim bu blogu açık tutmama yetti.
Bu süre zarfında hayatımda çok şey değişti; yeni bir hayat, yeni bir düzen, yeni insanlar, yeni gözlemler, yeni deneyimler, yeni hatıralar dolup taştı...
Mevsim kışa evrilirken, yağmurlar kristalleşirken, bir yaprak daha düşerken yere, bir kat daha sarınırken battaniyeye, okunacak bir sayfa daha varken, çayın dumanı üstündeyken, kestaneler buram buram kokarken, geceler uzarken, gündüzler yetmezken, güneş uzaktan göz kırparken, camlar buğulanırken yazmaya geldim.
Bir nadas dönemi geçirdim demek çok iddialı olur bendeniz için lakin yayınlanmayı bekleyen yazılar, anlatılmak istenen hikayeler ve düşler var.
Aslında gelişimin bir nedeni daha var... Kalemi çok kuvvetli bir dostum blog dünyasına 'Merhaba' dedi. Yazdıkları kapalı defterlerde kalamayacak kadar anlamlı ve değerli... Hem gizli kalmamalı hem de ipek mendillere sarılıp saklanmalı, öylesine eşsiz...
Tazecik blogumuz Mütekabil bir çok güzelliğe gebe, sahibesi de derin, engin bir deniz misali...
İyi ki geldi, hoş geldi...



12 May 2015

Ve Sen Kuş Olur Gidersin


''Fark ediyorum ki insanın kurguladığı hayat hep yarım kalıyor.
Yerli yerine oturmayan, iğreti duran çok şey var.
Anlıyorum ki hayat hep beklenmedik şeylerdir.
Kural böyle…
Sen yürüyeceksin ve beklenmedik şeylere hazır olmanın çarelerini arayacaksın.''

Ve sen Kuş Olur Gidersin, Tarık Tufan'ın hep merak ettiğim ve ilk fırsatta okuduğum kitabı. 

Kapağıyla, ön sözüyle dikkatimi çekmiş, merakımı da fazlasıyla cezbetmişti. Hem de 126 sayfa, tek celsede okunabilecek uzunlukta bir roman. 

İçinde altı çizilesi tekrar tekrar okunası birçok cümle var. Hatta sanki o cümleler yazılmış sonra da aralarındaki bütünlüğü kurmak için üstüne roman icat edilmiş gibi geldi çoğu yerde. Çarpıcı alıntılar var, ama bazen üstüne fazla su eklenmiş bir yemek gibi, hikayenin içinde çok diri kalmış bazı cümleler, bu da 'hikayeyi' yavanlıktan kurtaramamış. 

Ama 'Okunmalı mı?' sorusunun yanıtı bence evet. Bir adamın dış dünya ile içi arasındaki gelgitleri, olan bitenleri melankolik bir bakıştan aktarması, kitabın sonuna doğru diğer karakterlerin kendi ağzından anlatımlara yer verilmesi kitabı merakla okumanızı sağlıyor.

Beğendiğim alıntılardan birkaçı: 
''Tamamlanmamış bir cümledir insan. Yalnızlığıyla bile bir araya gelemeyecek kadar ıssız…
Bütün bunlara rağmen hayat, yine de anlamlı bir cümle kurabilme isteğidir.''
  ♦   •
"Bazen düşünüyorum da hayatım boyunca söylemeyip de vazgeçtiğim şeyleri söyleseydim ne değişirdi acaba? Hayatın akışında ne kadar farklılıklarla karşılaşırdım? Yoksa kader dediğimiz şey o anda yaptığımız anlık, küçük tercih midir?''
  ♦   •

Böylesi dinleyen, konuşan birileri var mı etrafımızda? Ya da etrafımızdaki kaç kişinin söyledikleri bizde böyle hisler oluşturabiliyor:
''Söyledikleri her sözün altında uzun düşünceler, gayretli hissedişler, samimi endişeler yattığını biliyordum. Dudaklarından dökülen kristal yapılı kelimeler, yağmur sonrası kenti kuşatan mat bir gökyüzüne bile aydınlık veren cinstendi. Sahici cümlelere iliştirdikleri dua ifadeleri de her gece müşfik melekler gibi odama doluşuyorlardı.''
   ♦   •

Nasılsın diye sorulursa da iyiyim denir çünkü.
Neyin var?”
“Hiçbir şey… Hiçbir şeyim yok”
  ♦   •
''Bir oyundaymışım da, ebe beni unutup gitmiş gibi. Yıllarca oyunun kaldığı yerden devam etmesini bekleyen bir çaresizdim. Sobelenmek pahasına ortaya çıkıyordum ve kimseler varlığımı umursamıyordu. Boğazım patlarcasına bağırıyordum; Burdayım! Burdayım!''

   ♦   •
Bu kadarı fazla artık.
''Allah'a ve peygamberine ihanet etmeyin.
Oysa ihaneti içselleştirmiş ve adeta üzerinde şık duran bir aksesuar gibi taşıyan insanların yaşadığı kent burası. İhanetin sınırlarını zorlayan insanlarla dolu ortalık. Ailesine, sevgilisine, arkadaşlarına, kendisine, dünyaya, kelimelere, kuşlara ve etrafında, zihninde ne varsa ihanet edebilmeyi doğal bir yaşam alışkanlığına dönüştürmüş insanlar topluluğu. İhanet edilmemiş ne kaldı ki?
Bu kadarı fazla artık.
Bu kadarı çok fazla.''

Kitapların önce son sayfasına göz atanlar için: 
''İnsan canhıraş bir suskunluktur...
"19. yüzyıl boyunca birçok cerrah, bir hayvan üzerinde operasyon yapmadan önce alışılmış bir biçimde ses tellerini kestiler. Bunu, deney sırasında hayvanlar ses çıkarmasın diye yaptılar.
Deneyi yapanlar ses tellerini keserek aynı zamanda gerçeği yadsıdılar -sessiz bir hayvanın acı çekmediğini varsaydılar- ve bunu kendileri, doğruluğunu kabul ettikleri bilgileriyle doğruladılar. Hayvanın çığlıkları onlara zaten bildikleri bir şeyi, karşılarındaki yaratığın bilinçli, hisseden ve operasyon sırasında eziyet edilmiş bir varlık olduğunu anlatacaktı."
(Kelimelerden eski dil)

Susuyor olmam, acı çekmediğim anlamına gelmez...''

6 May 2015

Profesyonel Anılar


Anı biriktirmek... 

On yıllarca günlük tutabilmek mesela. Olabilecek her güzel anıyı kaydedebilmek. Yıllar sonra hatırlamak. Aa bak bu olmuştu demek kendi kendine, bazı hatıraları okudukça ne ara yaşadım da unuttum demek. Gülümsemek hatta sırıtmak. Bir nevi o anın o anda kalmaması ve kalıcı olmasını sağlamak... 

Bu yüzden sağlam bir günlük yazıcısı, kelime biriktiricisi olmak isterdim. Ama olamadım, lisede en yakın arkadaşımla birer defter edinip günlük yazalım demiştik, hoş olabilirdi, yazabilseydim. Birinci günden sonra yazamadım, cümle yapılarına, olayın gelişine gidişine ortasına sonuna bu kadar takılan biri için günlük bir katarsis sağlamaktan çok bir işkenceye dönüşebiliyormuş. Ki yazsam eminim içimi dökemezdim, öyle de bir durum. 

Yazarlık miminde söylemiştim bir şeyler yazmak ve yazdıklarımı birilerinin okuduğunu bilip buna rağmen yazmaya devam etmek benim için büyük olay, bu yüzden değerli, değerlisiniz. 


Anı biriktirmek deyince akla ilk yazmak gelir belki, ama bir gerçek daha var ki o da;
An'ı fotoğraflamak

Yıllardır hayalini kurduğum fotoğraf makinesini sonunda edindim. İlaç alınca prospektüsü, bir soruyu çözmeden önce soru kökünü okuyan ben bunda da sırayı atlamadım, hemen bir fotoğrafçılık kursuna yazıldım. 

Kursa devam etme konusunda pek iyi değildim ama en eğlenceli ve 'işte başlıyoruz' dedirten kısmı kursu bitirip kendimizi doğaya bırakmamızdı. 
Çektikçe, baktıkça bazı şeyler o kadar çok netleşiyor ki; umarsızca geçip gittiğimiz bir sokak, minicik bir çiçek, gökyüzü, güneş, bulutlar... Hepsi zaten bütün güzellik ve gizemleriyle var olmaya devam ediyorlar. Ama bizler baktıkça fark ettikçe kendi içimize yeni bir kapı açıyoruz. 

Her günün içinde bir güzellik vardır derler, o güzelliği bulup yakalamak da yine bize düşüyor. Bunun için, yani bakmak değil görmek için fotoğraflamak muazzam bir yöntem.  
Evet daha yolun çok başındayım ama seviyorum. Bu da demek oluyor ki burada, sizlerle güzelleşen blogumda daha çok foto daha çok an'ı paylaşılacak! 

Bunlar da onlardan birkaçı...

Esen kalın :)




1 Mar 2015

2014 Yılı Değerlendirme Mimi

Merhabalar...

Uzun sayılabilecek bir aradan sonra buralardayım. Ara ara gelip gitsem de çok vakit ayıramadım. Ve şimdi bir iki göz atınca bir kez daha özlediğimi hissettim. Bir an önce sizleri okumak, yeni blogdaşlara merhaba demek istiyorum.

Günler haftalar yıllar deviniyor, değişiyor; biz değişiyoruz. Ama sanki belli dönemlerde aynı şeyleri yaşıyor ve hissediyoruz, hatta onlarla imtihan ediliyoruz. Siz de öyle düşünüyor musunuz? Bu, bir mevsimin literatürde hep aynı zaman dilimlerine denk gelmesi gibi bir şey. Zaman zaman 'bunu daha önce yaşamıştım' hatta böyle düşünmüş şöyle hissetmiştim dediklerimiz hep benzer bir zamanlara denk geliyorumsu bir düşünce halindeyim bu aralar, hayrola. Hayat koşturmacasından başı dönmüş birinin zihninden geçenleri okuyorsunuz. Dolayısıyla yazar(bu yazıyı yazan kişi) burda ne demek istemiş gibi derin düşüncelere dalmayınız rica ediyorum. :) 

Ve hemen mime geçiyorum. Evvel zaman içinde mimlenmiştim Sessiz Prenses tarafından. Ama biraz düşünmem gerek demiştim, biraz uzak kalmamın etkisi vardı tabi. Gecikme için affınıza sığınıyor cevaplıyorum mimimi. Ama sorular düşündürücü, hafızayı zorlamak gerekiyor, ondandır yandan verilmiş cevaplar. :)

1. 2014 yılınız size kattığına inandığınız en önemli şey nedir? (İnsan, duygu, hayvan, kitap) 
Daha çok zor bir yıldı, ama elbet kattıkları da olmuştur. Uzun bir taşınma ve tadilat yılıydı ve bu bana sabrı öğretti evet. 

2. 2014 yılında yaptığınız ve sizi gururlandıran şey nedir?
Halinden memnun olmak diyelim, kendimle çok gurur duymam. 

3. 2014 yılında gerçekleşen ve sizi en çok üzen şey nedir?
Bir tanıdığımızın ani ölümü çok etkiledi ve üzdü.

4. 2014 yılında kendi başınıza yaptığınız en büyük şey nedir?
Kendi başıma... en büyük... bi düşüneyim zormuş bu :)

5. 2014 yılındaki en büyük pişmanlığınız nedir?
Ayağıma gelen fırsatı umarsızca tepmem ya da iyi değerlendirememek diyelim şuna.

6. 2014 yılında başınıza gelen en komik olay nedir? 
Hatırlayamadım şimdi :)  

Bu yazıyı okuyan ve şimdiye kadar bu mimi yapmamış olan herkes mimlendi. :)
 

1 Oca 2015

Kardan Adam Üşür Mü?


Kardan adam yapmayalı uzun zaman olmuş. İki gündür yağan karın birikintilerini fırsat bilip çıktık dışarı. Kar öyle güzel tutuyor ki, üzerine bastıkça karın çıkardığı o gıcır gıcır sesler arasında bir yandan gittikçe büyüyen kartopunu yuvarlıyor bir yandan da sahi ne zamandır yapmıyoruz diye zihnimi kurcalıyorum. Madem yapıyoruz o zaman kocaman bir kardan adam olmalı diyorum.

Kardan adamın ikinci katını çıkarken, yan binanın birinci katındaki pencereden iki kız kardeş: ''Çok güzel, biz de gelip yardım edelim mi?'' dediler, çok istekliydiler geldiler. Kumral küt saçlı olan abla, 10 yaşında, diğeri de kardeşi. Kardeşi ince bir kazakla çıkmış, giydiği spor ayakkabıların da arkasına basmış zayıf sevimli bir kız. ''Ama böyle üşürsün, koş montunu giy de gel.'' dedim. Önce ablasına bakarak ''yok üşümem'' dedi, ama omuzlarını kendine çekmiş, besbelli üşüyor. Sonra, ''Benim montumu ablam giydi.'' dedi. Ablası hemen söze girdi. Mahcup bir tavırla: ''Şey benim de montum var da, ben bunu seviyorum o yüzden giydim.'' dedi. 

O an ürperdim, buz kestim. 
Kardan adam da yanımdaydı. O da buz kesti biliyorum, nasıl üşümesin. Onların çocuk masumiyetiyle alelacele örtbas etmeye çalıştıkları şey, okkalı bir sille gibiydi suratımızda.

Kardan adamın burnu, gözleri, ağzı tamam, şimdi adam 'gibi' oldu. Bitirip alelacele evlere dağıldık. Bugün camdan bakıyorum kardan adamın üstüne hala kar yağıyor. İyice üşümüş olacak ki, artık gülmüyor. Ama kim bilir hangi muzip çocuk çaldı kardan adamın gülüşünü. 

Sahi küçükken de pamuk gibi görünen yuvarlanmış kar bu kadar ağır mıydı, kardan adamın kömür karası gözleri bu kadar hüzünlü mü bakardı, baştan ayağa kar olan bu devasa yaratık üşümüyor muydu boyun boğumuna sarılan o cılız atkıyla?  

Bense, hala üşüyorum...

18 Ara 2014

Bu Bir Döngüdür


'Mutluluklar paylaştıkça çoğalır, üzüntüler paylaştıkça azalır.' 

Bu cümleyi ilkokuldan beri duyuyoruz. Türkçe derslerinde kompozisyon konularının da başında gelirdi. Paylaşmak sözcüğünden anlaşıldığı gibi burda karşılıklı bir iletişim ifade ediliyor. Yani en basit anlamıyla, sen anlatırsın gülücükler artarak çoğalır, herkes bir mutluluk sevgi yumağı oluverir. Veya paylaşmak, üzücüklü bir durumda da diğerlerinin desteğini hissetmemizi ve içinde bulunduğumuz durumu daha az sıyrıkla atlatmamızı sağlar. 

Böyle teknik bir şekilde yapılmaz tabi; anlatılıverir, konuşuluverir. Karşı taraf zaten yıllardır bunu yapıyordur, sadece sizi dinliyor olması bile büyük huzurdur, bir nevi sizin 3. gözünüzdür, candır evet. 

Bir de bunu başaramayanlar da var ki; bir derdimizi açsak veya onlara göre 'olmayacak şeyi dertleştirip içimizi dökmeye çalışsak' daha büyük bir felaketi okuruz karşı tarafın gözlerinde. O, anlatmaya çalıştığımızın daha fenasını, daha zorunu, daha kaldırması zor olanını yaşamıştır zaten. Görmüş geçirmiş, bu zorlu hayat yolunda tabiri caizse ununu elemiş eleğini asmıştır. Daha cümlemizi tamamlamamıza fırsat bulamadan onun yaşanmışlıkları arasında buluruz kendimizi. Şaşırarak, üzülerek dinleriz belki de. Konuşulanlar bizi ferahlatmak yerine daha da büyük bir kasvete sürükler. 

Ne zaman kendimizi ifade etmek istesek, hayatın herkesi ayrı bir şekilde sınadığını fark eder susarız. Anlatılanlardan kendimize pay çıkarmaya çalışırız. Sonrasında bin bir düşünce ile kendi içimize yöneliriz. Anlatacaklarımız kursağımızda kalır, gıcık tutar, öksürürüz. Yine anlatacaklarımızı tek dinleyen biz oluruz.  Yazmaya niyet ederiz. Kitaba deftere sarılır sessizleşip garipleşiriz. 

Hayat hikayesini, atlattığı badireleri es vermeden anlatan arkadaşımızsa onla bir şeyler paylaşabiliyor olduğumuzu düşünüp kendince haklı bir gurur yaşar. Biz de bir şeyler anlatabilecek yakınlarımız olduğu için şükrederiz.  
Bu bir döngüdür.

13 Ara 2014

Anlatamıyorum




Şiirler güzeldir. 
Diğer yazı türlerine göre daha farklı gelir bana. Şiir okurum ama yazamam. Daha doğrusu en son yazdığım şiirvari şeyler 'nasıl söylesem sana ilk harflarine baksana' tarzındaki manilerden oluşmaktaydı. Orda da amaç kafiyelerin oluşturduğu ahenkli okunuşla şiir yazdığını hissedebilmekti. Yoksa hiç bir zaman  daldan dala yazılmış gibi görünen ve cümlenin herhangi bir yerinden kesilmiş satırlardan oluşan serbest ölçülü derin anlamlı şiirler yazamadım. Ama okurum. Dinleye dinleye ezberlediklerim de vardır. Hatta ilk ezberlediğim şiir lise yıllarımdaydı. 

Ders edebiyat veya dil-anlatım olması lazım. Öğretmen, -liseli kullanımıyla hoca- bir şiir ezberleyip sınıfta okuyacaksınız demişti. Bizi de bir heyecan kaplamıştı. Hangi şiiri okusam o mu bu mu derken okuyayacağımız gün gelip çatmıştı. Sırayla okumaya başlamıştık zihnimize nakşettiğimiz şiirleri. Biri ikisi üçü derken sınıfın çoğunluğunun ezberlemek için aynı şiiri tercih ettiğini anlamışık. 

Şiir, Orhan Veli'nin Anlatamıyorum şiiriydi. 

Belki kısa bir şiir olduğundan belki de mısralarında kendimizi bulduğumuzdan tek bir paydada toplanmıştık. O günü anı kumbarama attım. Şimdilerde hala dönüp dolaşıp tekrar ettiğim bir şiir olmuştur, Anlatamıyorum...
 
Ağlasam sesimi duyar mısınız, 
Mısralarımda; 
Dokunabilir misiniz, 
Gözyaşlarıma, ellerinizle? 
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, 
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu 
Bu derde düşmeden önce. 
Bir yer var, biliyorum; 
Her şeyi söylemek mümkün; 
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; 
Anlatamıyorum. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...